İNCELEME | BU İŞTE BİR İŞ VAR

8 Mart haftasına girerken insanlar toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda söylemlerine daha çok dikkat ediyor, ayrımcı ifadeler kullanmamak için daha hassas davranıyor. Bu tarihlerde kadınların sözü daha çok dinleniyor, kendileriyle ilgili konularda karar ve söz sahibi olmaları konusunda duyarlı erkekler, kenara çekilerek kadınların önlerini açmaya çalışıyor, sağolsunlar. Bizler, şanslı kadınlar için durum bu şekilde en azından. 

Bu yazı, bültenin 4. yazısı olarak yayınlanacak. Şantiye şefi bir mimar, bir kaynak ustası ve metal atölyesinde çalışan genç bir kadın tarafından yazılan yazıların ardından. Bu yazıların sahibi olan kadınların en rahatı ve toplumsal varoluşu için en az mücadele etmek zorunda kalan yazar tarafından yazılmış olacak. 

Temel haklar talebiyle başlayan mücadele

2024 yılında hala insanların birbiriyle eşit olduğunu anlatmaya çalışmak, bu kadar temel bir konuda argüman üretmek zorunda olmak bile -içinde yaşadığımız gerçeklikten bir adım dışarı atıp bakınca – kulağa tuhaf geliyor. Ne var ki kadınlar, 1840’lı yıllarda eğitim, mülkiyet edinme, oy kullanma, evlilik ve çalışma gibi temel hak ve özgürlükler konusunda erkekle eşit olduklarını anlatmaya çalışıyordu. Yasal eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelen bu mücadele, başta insanca çalışma koşulları ve erkeklerle eşit ücret alma talebiyle canını ortaya koyan kadın işçiler ile oy kullanma hakkı için çabalayan süfrajetler tarafından yükseltildi. ABD’de kölelik karşıtı hareketle paralel olarak ilerleyen kadın hakları hareketi, benzer dönemlerde “beyaz erkekler” ile eşitlik noktasına yaklaştı ve ülke ülke oy hakkı kazanmaya başladı. 

Kültürel Eşitsizlikler ve Toplumdaki Rol

Adım adım kazanımlar elde edip 2. Dalgadan bahsedebildiğimiz 20. Yüzyılda ise tartışma ve talepler; kültürel eşitsizlikleri, cinsiyet normları ve kadının toplumdaki rolünü içerecek şekilde genişletildi. Artık doğuştan gelen haklarından mahrum edilemeyecekleri aşikar olan kadınlar, bu sefer de toplumsal ve kültürel hayata müdahil olurken eşitlik talep ediyor ve cinsiyet ayrımcılığını reddediyordu. Koskoca bir toplumsal sistem, fizyolojik ve biyolojik faktörlerden ileri gelen farklılıkların “doğal güç dengesizlikleri” oluşturduğuna tüm olanaklarıyla bizi ikna etmeye çalışırken, erkeğin güçlü kadının güçsüz olarak konumlandırıldığı bu ilişkiler “doğal”laştırılıyor, buna itiraz edenler ise yaftalanıyordu. 

Pembe ve Maviyle Başlayan Hikaye 

Pembeler giydirilen kız çocukları için uygun görülen oyuncakların başında bebekler geliyor. Bir diğer alternatif, kadından evde yapması beklenen mutfak ve ev işlerinin prototiplerini gösteren oyuncaklar, henüz salyası akan bebeklerin önüne konuyor. Elbette bu imgeler ve temsil ettikleri, çocukların zihninde doğallaşıyor. Sofrayı hazırlayan bir anne ile televizyon karşısında yemeği bekleyen bir baba figürü, büyürken gördüğü roller oluyor. Anne bir işte çalışsa da çalışmasa da evdeki eksiklikler, ev işlerinin organize edilmesi, hangi yemeğin yapılacağı gibi işlerin zihin yükü, çoğunlukla annede oluyor. 

Silah, top ve teknik becerileri geliştiren oyuncaklarla oynayan erkek çocuklar “aslan”, “paşa” diye övülürken, kız çocuklarından “hanım kız” olmaları bekleniyor. Bu munis kızlar, yaşıtları olan erkeklerin padişah kıyafetleri, sarık ve asalar eşliğinde meşru otorite figürü olarak erkekliklerinin kutlandığı sünnet törenlerini sessizce izlemekle yetiniyor. Onların cinselliği toplumda genelde kutlanmıyor ve aslında tam da saklamak zorunda oldukları şeyler oluyor. Bayramda evlerine gelen misafirlere hizmet ederken annelerine yardım ediyor, dikkat çekmeyecek kıyafetler giyerek ailelerine laf söyletmeyecek şekilde gençliklerini yaşıyor, sokakta başlarına iş getirmemeye çalışıyorlar. Bütün bu toplumsallaşma sürecine eşlik eden bir medya endüstrisi desteği ile belki de on binlerce kez gördükleri, duydukları, okudukları toplumsal kalıplar, medya ürünleriyle vücut bulmuş şekilde sonsuz kereler karşılarına çıkıyor. Ve aslında hiç de doğal olmayan bu eşitsiz durum, herkesin görevini yerine getirmesiyle son derece doğal ve normal bir şey olarak zihinlerimize kazılıyor. Ta ki bu işte bir gariplik olduğunu fark edinceye dek…

Bir Gariplik Var Ama Ne?

Rahatsız olduğu konularda kendini nasıl ifade edeceğini, nerede konumlandıracağını bilememek, karşı çıkamamak, neye ve tam olarak nasıl itiraz edeceğini kestirememek çok tanıdık ve anlaşılır durumlar. Bütüncül bir süreç olan bu toplumsal inşa, ürettiği zıtlıklarla bizi babamızın, eşimizin, abimizin karşısına konumlandırıyor. İtiraz ettiğimiz konuda en yakınlarımızı karşımızda buluyoruz, geri adım atmazsak “terbiyesiz” de olabiliriz, “özgürlükçü” ve “özgür” de. Bu riski alıp almamayı bize bırakıyor, kafa karışıklığı ve endişe içinde. Önemli olan “bu işte bir iş var” diyebilmek, sonrası adım adım gelecek, tıpkı kadınların hak arama mücadelesindeki kazanımları gibi.

Yeri gelince kadınlığımızdan vazgeçmemizi bekliyorlar, gülmeyi, kahkaha atmayı bir kenara bırakmamızı. 

8 Mart’ımız kutlu olsun, nicelerine… 

Daha fazlası