İNCELEME  | TUTKUNUN BAŞKENTİ: MİLANO 

Milano, İtalya’nın kuzeyindeki Lombardiya bölgesinin;  sanat, tasarım, ticaret, moda, gösterim dünyasının başkenti olarak kabul edilir. Hem tarihi hem de modern dünyayı bir arada yaşayabileceğiniz Milano şehir merkezinde, dünyanın en büyük gotik katedrali Duomo di Milano, dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan Galleria Vittorio Emanuele II ve dünyanın en büyük tiyatrolarından biri olan La Scala yer alır. 

Milano’nun tarihi ve özgün mimari eserleriyle dolu sokaklarında ilerlerken, şehrin her bir köşesinde geçmişten günümüze uzanan bir hikaye bulabilirsiniz. Bu şehirde mimari, sanat ve tasarımın kesişim noktasında bir yolculuğa çıkmak, adeta zamanda yol almak gibi. Şehrin henüz yeni yerleşmiş sakinleri olarak, kent mimarisinin kökenlerine, tasarımın ve tutkunun izlerine birlikte göz atalım.

Milano, Romalılar tarafından milattan önce fethedilen, topografyası ve ticari yollara olan yakınlığı nedeniyle stratejik önem kazanan ve kuzey İtalya’nın başkenti olarak hızla büyüyen bir şehir.  Kiliseye olan sadakati nedeniyle 11-12. yüzyılda önemli boyutta işçilik ve ekonomik gücü olan şehir, devam eden yüzyıllarda çeşitli iç sorunlarla uğraşsa da Orta Çağ İtalya’sının kuzeydeki en güçlü şehri olma özelliğini pekiştiriyor. Her ne kadar zamanın siyasi ve sosyoekonomik gelişmeleri şehrin bugünkü yapısının oluşumuna dair birlikte incelenmesi gereken konular olsa da, yazı içerisinde şehrin mimari ve tasarımına odaklanmak adına gündem dışında tutmaya gayret edeceğiz.  

Da Vinci’nin Şifreleri

İlk turistik duraklardan biri olan 1386’da yapımına başlanan ve 500 yılda tamamlanan Duomo Katedrali, ihtişamını borçlu olduğu inşası sırasında şehre önemli katkılarda bulunuyor. Şehrin güneyinde yer alan ve bugün hala en popüler yerlerinden biri olarak sayabileceğimiz Navigli bölgesindeki kanallar, Duomo’nun yapılması için geliştirilmişCivardaki gölleri ve Adriyatik Denizi’ni şehre bağlamak ve Candoglia bölgesinin meşhur mermerini Duomo’ya ulaştırmak üzere hayata geçirilmiş. 

Kanalın yapımı sırasında, sanat ve bilim denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Leonardo Da Vinci devreye giriyor. Leonardo, cesur fikirleriyle kanalların bugünkü yapısına yakın öneriler sunuyor. Bu fikirlerin hayata geçmesi yaklaşık iki asır sürecek olsa da, etkileri günümüzde kadar devam ediyor. Leonardo, ayrıca Santa Maria Delle Grazie’de “Son Akşam Yemeği” freskini yaparak şehre ikonik bir iz bırakıyor.

Rönesans Simgeleri ve Görkemi 

Rönesans ve Barok dönemin önemli bir kültürel ve ticaret merkezi olan şehir, ihtişamlı ve görkemli dini yapılar da üretmiş. Görenlere hayranlık duyguları oluşturan kubbeler, kilisenin yeryüzündeki dokunulmazlığını simgeler gibi adeta. Kentin döneminde kazandığı ünün doğal sonucu olarak savunma amaçlı yapılar da üretilmiş. Bunların en önemli örneği olarak sayabileceğimiz Sforza Kalesi, oran, simetri ve geometrik düzenin ön plana çıktığı Rönesans döneminin simge yapılarından biri.

Antik Yunan ve Roma dönemine olan ilgisiyle tanımlanan Neoklasik dönemde, dönemin Aydınlanma akımının etkileriyle inşa edilmiş La Scala Opera Evi, Brera Güzel Sanat Akademisi gibi eserler ön plana çıkıyor.

‘Değişim’ Çığlığı Kapıları Çalıyor

20. yüzyıla geldiğimizde şehre bambaşka bir akım giriş yapıyor. “Venedik Kapısı” anlamına gelen, şehrin genç nüfusun yoğun olduğu yerlerinden biri olan Porta Venezia bölgesinde Art Nouveau tarzında ev ve villalar inşa ediliyor.  Klasik mimari ve tasarımla ilişkilendirilen ‘yorgun’ ve ‘modası geçmiş’ tarihçilikten kaçındığını iddia eden sanatçıların yönelimi sonucunda, Art Nouveau adı verilen akım ortaya çıkıyor. Çizginin akıcılığına vurgu yapılarak, geometrik şekiller, simetrik olmayan kompozisyonlar ve yapı ve dekorasyonun cesur bir sentezi ortaya koyuluyor. 

1920 ve 1930’lu yıllarda rasyonalist ve futurist tasarımların etkisi altına giren şehirde, dönemin simge yapılarından biri olarak kabul edilen Casa del Fascio inşa ediliyor. Bu dönemde taş, tuğla ve ahşap gibi geleneksel malzemeler, modernist prensiplere dayanan ve Bauhaus öğretilerinden ilham alan çelik, beton ve cam gibi yeni inşaat tekniklerine yerini bırakıyor. 

Unvanını Hak Eden Şehir

Post-modern ve çağdaş dönemde adından söz ettiren yapıların inşa edildiği şehirde; Gae Aulenti, Vittorio Gregotti, Oscar Niemeyer, Aldo Rossi tarafından 1970’lerden itibaren inşa edilen binalar artık mimari tarihin bir parçası olmuş durumda. 2000’lerin sonrasındaki yıllarda Garibaldi bölgesinde yoğunlaşan çağdaş yapılarla Zaha Hadid, Arata Isozaki, César Pelli gibi büyük uluslararası mimarların Stefano Boeri, Antonio Citterio, Cino Zucchi gibi en iyi İtalyan mimarlarla rekabet etmesiyle şehrin siluetinin dönüştüğünü söylemek mümkün.

Havasından mıdır, suyundan mıdır bilemeyiz ancak tasarımın içinde olduğu tüm branşlarda şehrin yenilikçi yüzünü gösterdiğini ve simge bölgelerden biri haline geldiğini söyleyebiliriz. Yürümek üzere – ve tabi alışveriş yapmak için- tasarlanmış sokaklarında şehrin bahsettiğimiz yapılarını ve bölgelerini gezip, kimilerinin tasarımın başkenti olarak adlandırdığı şehri keşfettikçe bu unvanı ne kadar hak ettiğini siz de deneyimleyebilirsiniz. 

Daha fazlası