SÖYLEŞİ | RENKLERE ŞİİR OKUTAN TASARIMLAR

‘İKİ KERE İKİ BEŞ EDER.’

Tasarım yaparken ne kadar özgür bırakıyoruz ruhumuzu, kalemimizi veya zihnimizi. Nasıl anlaşılır, nasıl algılanır fikrinden ne kadar öteye gidebiliyoruz? Çağın ne istediğine odaklanmadan, hızlı tüketilen ‘trend’ yaklaşımları gütmeden, içimizden geldiği gibi nasıl aktarabiliyoruz hayallerimizi kağıda. Bence asıl prangayı yargılanma korkusuyla takıyoruz ayağımıza, fikrimizi bir çırpıda aktaramamamıza o sebep oluyor olabilir mi diye düşünmüşümdür hep. Mesela bugün bile saygıyla anılacağından haberi var mıydı Mimar Sinan’ın kimsenin geçmeye cesaret edemediği açıklıkları kubbelerinde geçerken? Veya eğrisel formlarıyla kendine adeta bir mahlas oluşturacağını düşünerek mi çizmişti ilk projesini Zaha Hadid? Ya dabugün bile milyonlarca ziyaretçi alacağını düşünerek mi kurgulamıştı ‘bitmeyen’ projesini Gaudi? Hepsini saatlerce konuşabiliriz eminim. Eserlerini, yaklaşımlarını tek tek hayranlıkla inceleyebiliriz sizlerle sayfalar dolusu. Yapılarını ziyaret edelim derseniz de defalarca tavaf edebilirim her birini. Aranızdan birilerinin de benimle aynı hevesleri hissedeceğinden inanın hiç şüphem yok. Ama bu bültende başka birini konuşmak istiyorum. Eleştiri kaygısı gütmeyen, aynı çağda yaşadığı başka şahane sanatçıların yanında nasıl bu kadar şahane kalabildi diye hep düşündüğüm birini. ‘Bunu ben de yapardım’ seslerine kulak kapatıp, birbirinden eşsiz ama birbiriyle bu kadar uyumlu eserleri masum dokunuşlarla ortaya koymuş birinden konuşmak istiyorum. Resimlerin çocuksu şairini, Miro’yu, Joan Miro’yu.

Merhaba Ben Miro.

Renklere şiir okutan, çocuk kalbini boyalarla resmeden bir sanatçı diye biliniyor Joan Miro.1893 yılında sanatın beşiği diyebileceğimiz şanslı bir coğrafyada, Barcelona’da doğmuş ve daha küçücük yaşlarda sanat sevgisini içinde hissetmiş biridir Miro. Çocuk kalbinde sanatını bir inci gibi saklayan kendisi büyüse de, sanatı, eserleri büyüse de çizgileri, renkleri hep çocuk kalmıştır. Hayatıyla ilgili araştırmalar yapıldığında zorlu bir hayatı olduğu aile içi problemlerinin, İkinci Dünya Savaşı günlerinin, İspanya’daki İç Savaş tanıklığının onu aktivist olmaya yönlendirdiğinden bahsedilmektedir. ‘Herkes ne der’ diye düşünmeden, eleştiri kaygısı gütmeden fırçasının tuvale yansıyan çocuksu dokunuşlarının yaşadıklarına olan bir başkaldırı, bir protesto olduğu söylenmektedir. Sanatıyla faşizme başkaldırmış, hayatta hissedemediği “özgürlük” duygusunu resimlerine çocuksu bir etkiyle yansıtmıştır. Aslında sanatçı olmak, tasarımcı olmak bu değil midir tam anlamıyla? ‘Kim ne der, zaman ne ister?’ diye düşünmeden içindekini en net, en gerçek haliyle yansıtmak değil midir eserine?

Mallorca/Spain- Sanatçı Joan Miro’nun Palma de Mallorca’daki Miro Vakfı müzesindeki stüdyosu ve atölyesi

Tanıştığımıza Memnun Oldum Miro.

Bundan belki de 10 sene kadar önceydi. Tophane-i Amire’de Miro’nun eserleriyle karşılaşma şansı bulmuştum ilk kez. Uzun uzadıya incelemiş ve bu kadar özgür, bu kadar özgün olabilmesine imrenmiştim. Renklerine, simgelerine, perspektif kaygısı gütmeyen yaklaşımına, en çok da fikrine gıpta etmiştim. O zaman da çevresinde ‘alışkın olduğumuz’ resim anlayışı, sanat yaklaşımları bu kadar hakimken nasıl bu kadar farklı kalabildiğine şaşırmıştım açıkçası.

Sanat hayatı boyunca kendini ifade etmenin en özgün ama ne şeffaf yolunu bulmak adına bir çok sanat akımının peşinden gitmesi çok ilgimi çekmişti. Kübizm, Fovizm, Dadaizm, Sürrealizm gibi bir çok akımdan esinlenen ve bu akımları temsil eden sanatçı; başlangıç yıllarında arkadaşı Pablo Picasso, Paul Cezanne, Vincent Van Gogh ve Henri Matisse’den etkilense de sadece içindeki çocuğu dinlemiş ve onun seçtiği renkleri kullanacak cesareti kendinde bulmuştu. Bugün bile tasarım anlayışında tartışılan bu durumu yıllar öncesinde en masum tarafım ne isterse onu koyarım ortaya diye adeta yumruğunu masaya vuran bir yol izlemişti. Mutsuzluklarını, kötü deneyimlerini, savaş zamanı yaşadıklarını, bilinçaltında çözemediği konuları bir masal anlatır gibi eserlerinde resmetmişti.

Ortaya çıkan çocuksu eserler düşündürdüğü kadar gülümsetmişti de beni. Sanatçının bu çocuk aklına saygı duyan, çağın en ciddi olaylarını kendine has diliyle anlatan yaklaşımını anlamaya çalıştığımda anne değildim. Her anne gibi ben de elbette kızım kağıda nokta koysa kalbimde saklıyorum ama bir yandan da Miro bana yaklaşık on sene önce düşündürmüştü bunu. Acaba bu noktada bize ne demek istiyor olabilir diye irdelemem gerektiğini. Aranızdaki anne-baba dostlarıma evlerinde birer Miro olabileceğini söyleyerek parantez açmak isterim ama derdim o değil bugün. Derdim tasarlarken özgür olmamız, Bize dayatılan kalıpların dışına çıkabildiğimiz -çıkmamıza izin verilen- iki ile ikiyi çarptığımızda beş edebileceğini savunabileceğimiz alanlar açmamız kendimiz için. Bırakın bareti ve yeleği biz giyelim, iş ayakkabıları içinde ayaklarımız sağlamca yere bassın ama zihnimiz nereye kanat çırpmak isterse oraya uçsun. 

Güvenliğin esas, tasarımların özgür olduğu nice günlere…

Daha fazlası