Fransa’nın başkenti Paris; turizm altyapısı, sağlık ve güvenlik, sürdürülebilirlik, turizm performansı kategorilerinde gerçekleştirilen değerlendirmeye göre Uluslararası araştırma şirketi ‘Euromonitor International’ tarafından 3 yıldır “dünyanın en iyi şehri unvanını” alıyor. Tarih boyunca kültür, sanat, bilim ve toplumsal çatışmaların global merkezlerinden olan şehir, yangınlar ve Nazi işgaliyle geçen 2. Dünya Savaşı’nı olabilecek minimum hasarla atlattı. Şehri dünya çapındaki üne kavuşturan etkenlerden biri ise, 1853 ile 1870 yılları arasında devlet tarafından yürütülen bir yenileme süreciyle yeniden kurulması.
Renovasyon, rekonstrüksiyon veya transformasyon olarak adlandırılan bu süreç, Georges-Eugéne Haussmann tarafından yönetildi. Haussmann, 1848’de kurulan İkinci Cumhuriyet’in ilk cumhurbaşkanı Louis Napoléon Bonaparte’ın (III. Napolyon) kendini imparator ilan etmesinin hemen ardından görevlendirildi. Devlet öncülüğünde gerçekleştirilen modernleşmenin klasik bir örneği olarak değerlendirilen Paris’in yeniden inşası fikri, 1849’daki üçüncü kolera salgınından sonra 1850’de güçlü planlama yasalarına odaklanılarak hayata geçirildi. III. Napolyon’un şehir vizyonunun doğrudan uygulanması olarak yorumlanan bu dönüşüm sürecinde Haussmann, amaçlarını “Güvenlik, dolaşım, sağlık” olarak özetlemişti.
Sosyolojik Gerekçeler, Sınıfsal Bir Kent Planlaması
Paris’in yeniden inşasının temelini, şüphesiz endüstri devrimine bağlı olarak artan kentte yoğunlaşan nüfusa uygun bir kentleşme ihtiyacı atmıştı. Bir başka önemli etken ise, yüzyıla damgasını vuran sınıf mücadeleleri ve siyasi eylemlilik halinin merkezi otorite tarafından bastırılması zorunluluğuydu. Nüfusun 1 milyona yaklaştığı şehirde Ortaçağ’da kurulan mahalleler ve sokaklar aşırı kalabalık ve sağlıksız durumdaydı. Kenti çevreleyen, işçi ve göçmenlerin yaşadığı banliyöler, sınıfsal bir sorun teşkil ediyordu. Bu koşullar altında yapılan planlamanın temel dayanağı olan “genişletme”, sağlık ve ulaşımın önünü açtığı kadar eylemlere müdahaleyi de kolaylaştırıyordu. Dönüşüm; geniş bulvarlar, caddeleri birbirine bağlayan meydanlar, parklar, yeni kanalizasyonlar, çeşmeler ve su kemerleri öngörüyordu. Sürecinin öncüsü olarak öne çıkan Seine Valisi Haussman, bu süreçte imparatorun desteğiyle şehir üzerinde tam kontrole sahipti ve “her şeye gücü yeten” bir planlamacı konumundaydı. Yeniden inşa; Friedrich Engels ve Henri Lefebvre tarafından “ön-soylulaştırma” (proto-gentrification), Patrick Geddes tarafından “otoriter modernleşme” ve Walter Benjamin tarafından “kentsel kapitalizmin sağlamlaştırılması” olarak yorumlandı.
“Büyüyen, Güzelleşen ve Temizlenen Paris”
1817’de başlayan ve yüzyıl boyunca sürecek birkaç atakla devam eden veba ve kolera salgınları, artan suç oranı ve toplumsal hareketlilik; kampanyanın sloganını şekillendiren temel unsurlardı. Üç aşamada planlanan projeler, yaklaşık 20 bin binanın yıkılıp 35 bin binanın yapılmasını öngörüyordu. Yeni caddeler yapılıp yeni meydanlar inşa edilirken, meydanlar bulvarlarla birbirine bağlanıyor ve göz alabildiğine uzun ve geniş bulvarlar şehri çevreliyordu. Bugün hala şehrin farklı yönlerinde konumlandırılmış olan merkez tren garları, o dönemde tasarlanıp şehrin yolcu yükünü üzerinden almak için dengeli dağıtılmıştı. Banliyölerle merkez arasında sefer yapan trenlerle banliyöler merkeze bağlanmış, kentin büyüklüğü iki katına çıkarılmıştı.
Paris Komünü’nün Ardından
1871’de şehirde 2 ay hüküm süren Paris Komünü’nün bertaraf edildiği “Kanlı Hafta” adı verilen kent geneline yayılan saldırılarda, Tuileries Sarayı, Orsay Sarayı, Louvre’un Richelieu kütüphanesi ve onlarca tarihi yapı, Ulusal Muhafızlar tarafından yıkılmıştır. En az 10 bin kişinin öldürüldüğü Paris Komünü’nün yıkılması sırasında hasar gören ve yanan önemli binaların çoğu, sonrasında yeniden inşa edildi. Orsay Sarayı, pek çok önemli sanat eserine ev sahipliği yapan Orsay Müzesi (Musée d’Orsay) olarak yeniden yapıldı.
Kentte çok sayıda eski binanın yıkılması ve krem rengi taşların hakim olduğu, düzenli olarak sıralanmış neo-klasik apartman blokları, Paris’in Ortaçağ cazibesini yok ettiği için yenileme döneminde eleştirildi. Tarihi göz ardı ettiği, Paris’i dev ve pahalı bir şantiye haline getirdiği söylenen Haussmann, komünün öncesinde 1870’te III. Napolyon tarafından görevden alındı. Ancak Haussmann’ın tamamlayamadığı planları ilerleyen 50 yıla yön verdi ve 1927’ye kadar uygulanmaya devam edildi. 20. Yüzyılda vizyoner modernist mimar Le Corbusier’nin kent planlarının kökenlerinin Haussmann’a dayandığı belirtilirken şehrin sokaklarında Gotik, Fransız Rönesansı, Neo-Klasik, Napolyon III döneminin gösterişli tarzı, Belle Époque, Art Nouveau, Art Deco ve postmodernizm gibi çok sayıda akım yaşamaya devam ediyor.
“Aylak Kent Gezginliği”
Bugün tarihten modaya kadar çeşitli amaçlarla Paris’e gelen milyonlarca turist, kenti farklı açılardan deneyimliyor. Tarihi dokunun her bölgesine yayıldığı şehir, kent merkezini oluşturan arondisman (l’arrondisement) adı verilen 20 bölgeden oluşuyor. Bu bölgeler, ortasından Seine Nehri geçen şehrin tam merkezinden başlayarak saat yönünde bir spiral şeklinde düzenlenmiştir. Kentin idari ve tarihi merkezini de içinde barındıran 1, 2, 3 ve 4. Bölgeler, Paris Centre (Merkez) adıyla birleştirilir. 87 kilometrekareden oluşan 20 bölge, 35 km’lik Périphérique (Periferik) Bulvarı adı verilen çevre yoluyla çevrilir ve kent merkezini oluşturur. Ulaşım açısından farklı bir bölgelendirme yapılırken, dünyanın en eski metrolarından olan Paris Metrosu, 16 hatla şehri boydan boya saran toplu taşıma ağının merkezinde yer alır. 1900’lerin başında kurulan metroyu banliyölere giden 5 tren hattı ve 4 tramvay hattı ile çok sayıda otobüs destekler.
Geniş kaldırımlı bulvarlar, parklar ve Seine Nehri’ni kesen köprüler, kent içinde yürümeyi daha da çekici hale getiren unsurlardır. Alman düşünür Walter Benjamin’in Paris pasajlarında geliştirdiği flanör/flanöz (flâneur/flâneuse) kavramı, kenti gezerek gözlemleyen kişiyi niteler. Flanöz/flanöz, kalabalıklar içinde yalnız dolaşan ve gözlemleri sonucu keşfeden bir “aylak kent gezgini”dir. Benjamin, tekstil ticaretinin yoğunlaşmasıyla 1822’den itibaren yapılmaya başlanan Paris pasajlarında flanörlük yaparak bu yapıları inceler. Konstrüksiyonda demir ve çeliğin kullanılmasıyla inşası mümkün olan bu pasajlar, kente keşfedilecek gizler kazandırmıştır. Sanat ve teknik ilişkisini her alanda inceleyen Benjamin, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren demirin yapılarda kullanılmaya başlanmasıyla mimarinin sanatın dışına taştığını belirtir ve kent tarihinde yeni bir tartışmayı aralar.
Kaynaklar:
Benjamin, W. 2020, Pasajlar, Ahmet Cemal (Çev.), Yapı Kredi Yayınları.