İtalya çağlar boyunca; Roma Katolik Kilisesi, Romanesk sanat, rönesans, reform, bilimsel devrim, Barok, Neoklasizm gibi uluslararası etkiye sahip toplumsal gelişmelerin merkezinde yer aldı. Ülke bugün, bu olgulardan beslenen birikimiyle, dünyanın en önemli sanat ve tasarım merkezlerinin başında geliyor. Bir ekol haline gelen “İtalyan tasarımı” ise mimari, mekan tasarımı, kentsel tasarım, moda tasarımı, ürün tasarımı ve endüstriyel tasarım dahil olmak üzere akla gelen alanları kapsayan bir şemsiye tanım. Mimar ve ürün tasarımcısı Luigi Caccia Dominioni, İtalya’nın tasarımdaki liderliğini “Daha fazla hayal gücümüz var… ve geçmiş ile gelecek arasında daha iyi arabulucuyuz” diyerek özetliyor.
2 Bin Yıllık ‘İtalyan Mobilyası’
“Tasarım” teriminin doğuşu, Sanayi Devrimi öncesi dönemle, 1816’da kurulan Sicilyateyn Krallığı (veya İki Sicilya Krallığı) dönemiyle ilişkilendirilir. Ancak günümüzde bir marka haline gelen “İtalyan Mobilyası”, iki bin yıl önce yanardağ patlaması sonucu yok olan Pompeii Antik Kenti’nde bulundu. Sandıklar ve dolaplardan çıkarılan ev eşyaları, orta sınıf Pompei halkının gündelik hayatlarına ışık tutarken, mobilyanın İtalya toplumunun yaşamında tarih boyunca önemini, aynı zamanda dayanıklılık derecesini gösterdi.
Din Etkisi ve Anıtsallık
Roma İmparatorluğu döneminde İtalya merkezli gelişen ve Akdeniz çevresinde etkili olan Antik Roma mimarisi, MS 4. Yüzyılda Hristiyanlığın kabul edilmesiyle, “Hristiyan mimarisi” halini alarak Avrupa’ya yayıldı. MÖ 1. ile MS 4. Yüzyıllar arasında hüküm süren bu akım, soyut güzellik arayışındaki Antik Yunan mimarisine karşılık, faydacılık ve anıtsallık gibi özellikleriyle öne çıktı. Malzeme olarak beton ve tuğla, strüktür olarak kemer ve kubbe kullanan bu akım, çok katlı ve büyük iç mekanlara sahip anıtsal yapılar inşa etme olanağı sağladı. Roma’da bulunan Kolezyum, Pantheon ve Maxentius Bazilikası, Pompei Amfitiyatrosu, Fransa Nimes’de bulunan antik tapınak Maison Carrée, İspanya’da bulunan Segovia Su Kemeri, bu dönemin öne çıkan yapılarıdır.
‘Evrenin Ulu Mimarı Tanrı’
İnsanlığın ihtiyaçlarından doğan bir disiplin olan mimari, Orta Çağ’da “Evrenin Ulu Mimari” olarak kavramsallaştırılan tanrının görkemini yansıtmak için araçsal bir rol oynadı. Hristiyanlığa ait pek çok metinde tanrı için yapılan bu benzetmeye rastlamak mümkün. 13. Yüzyılda İtalya’da yaşayan rahip Aquinolu Thomas, Summa Theologica’da, “Tanrı tarafından tasarlanan her şeyin ilk ilkesi için mimarların oluşturdukları şeyler karşılaştırılabilir” demiştir. 16. Yüzyılda Fransa’da yaşayan reform hareketinin öncülerinden Jean Calvin ise, 1536’da yazdığı Hristiyan Din Enstitüleri adlı yapıtında, tanrıya “Evrenin Mimarı” olarak atıfta bulunmuştur.
Katolik Kilisesi’nin merkezi olan İtalya, bu dönemde en görkemli ve ihtişamlı yapıların başlıca merkezlerinden oldu. Günümüze ulaşan Orta Çağ mimarisi yapılarının çoğu, devlet ve kilise otoritesinin yansıması olan dini ya da askeri yapılardan oluşuyor.
10. yüzyılda ortaya çıkan Romanesk mimari, 11. ve 12. yüzyıllarda baskın olan Orta Çağ Avrupa’sının mimari tarzı olarak 12. yüzyılda Gotik mimariye dönüştü. Milano Katedrali dışında İtalya hiçbir zaman Gotik mimari tarzını tam olarak benimsemezken; Orta Çağ dini mimarisinde yaygın olan Latin haç planı, Roma bazilikasını esas alarak bunun üzerine gelişti. Bu yapılar, tanrının ve dinin görkemini insana aktarmak için gösteriş ve kasvetle şekillendi. İtalya’nın tasarım alanında küresel bir referans noktası olmasının belki de en büyük etkenlerinden olan Roma dönemi, birikimini, kilisenin güçlendiği Orta Çağ’a aktardı.
Yeniden Doğuş!
Fransızca ‘yeniden doğuş’ anlamına gelen Rönesans (renaissance); Aydınlanma Çağı’na zemin hazırlayan, skolastik düşüncenin yıkıldığı, bilim ve teknik alanında gelişmelerin yaşandığı bir dönem olarak atfedilir ve 15 ve 16. Yüzyılları kapsar. Antik Roma ve Yunan eserlerinin incelenmesi, güzel sanatlar, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan bu dönemin merkezi, Floransa İtalya’dır. Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi kent devletlerinde ve metropollerde doğan rönesans; İtalya’dan Avrupa’ya yayılarak bir Avrupalılık kültürü oluşmasının önünü açtı. Bu dönemin sanat ve düşün alanında İtalya’da öne çıkan isimler arasında; Leonardo da Vinci, Raphael Sanzio, Michelangelo, Niccolò Machiavelli, Donatello ve daha pek çok öncü yer alır.
Perspektif, Yalınlık, Doğallık
Temelinde “kültürel bir yeniden doğuş” yatan Rönesans mimarisi, Antik Roma ve Yunan düşüncesinin ve maddi kültürünün belirli unsurlarının bilinçli bir şekilde yeniden canlanmasını içeriyordu. Gotik tarzdan vazgeçilerek Barok ve Rokoko üslubu geliştirildi. Dönemin sanatının ayırt edici özelliklerinin başında, gerçekçi doğrusal perspektif geliştirmesi geliyordu. Perspektifin gelişimi, sanatta gerçekçilik yönündeki daha geniş bir eğilimin parçası olarak yorumlandı. Tüm disiplinleri etkileyen bu yaklaşım, mimaride ise ölçü, yalınlık ve doğallığın öne çıkmasıyla şekillendi. Yeniden doğuşun mimaride öne çıkan özellikleri; simetri, oran, geometri ve parçaların düzenliliği oldu.
1. Yüzyılda Vitruvius tarafından yazılan Mimarlık Üzerine On Kitap, yeniden incelendi. Antik klasik binaların kalıntılarını inceleyen Filippo Brunelleschi, yeniden keşfedilen bilgiler ve gelişen matematik disiplini ışığında, klasik formları taklit eden ve geliştiren Rönesans stilini formüle etti. Buradan hareketle, dönemin en büyük mühendislik başarılarından biri sayılan, Floransa Katedrali’nin kubbesi inşa edildi
Bin Yıllara Yayılan Birikim
İtalya’da Rönesans mimarisi yaklaşımıyla üretilen çok sayıda eser mevcut. Ancak ilerleyen yüzyıllarda sayısız akım ve tarz doğuran ülkenin geneline yayılan bu örnekler, toplumun estetik anlayışı ve görsel kültür oluşumunda önemli rol üstleniyor. Bu yazıda, yalnızca mimariyle kesişen kültürel tarihini -epeyce zorlanarak- özetlediğimiz İtalya’nın, neden bin yıldır Avrupa’nın tasarım otoritelerinden biri olarak öne çıktığı sorusuna yanıt aramaya çalıştık. Özetle, Antik Roma ile temelleri atılan bu ülkede multidisipliner bir alan olarak “tasarım”ın bu kadar gelişkin olmasına dair temel etken, bin yıllara yayılan birikim.