Bir Dönüşümün Başlangıcı
Mimarlık, yalnızca yapı üretmekten ibaret değildir, bir düşüncenin, bir ideolojinin ve bir yaşam biçiminin mekâna dönüşmüş hâlidir. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Türkiye’de mimarlık, sadece estetik bir uğraş olmaktan çıkmış, yeni bir toplumun hayalini kurmanın araçlarından biri hâline gelmiştir. O yıllarda atılan her temel, yalnızca bir yapının değil, bir kimliğin de inşası olarak görülmüştür.
Cumhuriyet dönemi mimarisi, bu nedenle bir üslup meselesinden çok daha fazlasını temsil etmektedir. Bir milletin kendi ayakları üzerinde durabilme iradesini, modern dünyaya entegre olma kararlılığını ve çağdaş yaşam biçimine geçişin simgesini oluşturmaktadır. Bu yönüyle bu dönemin mimarlığı, Cumhuriyet’in en sessiz ama en kalıcı tanığı haline gelmiştir.

Modernizmin Yeni Dili
1923 sonrasında, Türkiye’de mimarlık dünyası adeta bir laboratuvar gibi çalışmıştır. Yeni bir ulusun kendini ifade etme biçimi arayışı, şekilsel bir minimalleşme ile teknik bir ilerleme arasında dengesini bulmuştur. Avrupa’da yükselen Bauhaus etkisi, genç Cumhuriyet’in hedefleriyle büyük bir paralellik göstermektedir.

Bauhaus’un işlevselliği, sadeliği ve “form follows function” yaklaşımı, Türkiye’de “yeni bir yaşamın mimarisi”ne dönüştürülmüştür. Ankara’da şekillenen yeni kamu yapıları -bakanlıklar, okullar, gar binaları, postaneler- yalnızca işlevsel yapılar değil, aynı zamanda modern bireyin mekânla kurduğu yeni ilişkiyi temsil eden ikon yapılar hâline gelmiştir. Bu dönemde, Clemens Holzmeister’in binalarındaki düzenli ritm, Sedad Hakkı Eldem’in gelenekle moderni harmanlayan tutumu, Ernst Egli’nin eğitim yapılarındaki yalınlık; Cumhuriyet’in mimari karakterini şekillendiren ana damarları meydana getirmiştir. Her biri, mimarlığın yalnızca bir yapı üretme bilimi değil, aynı zamanda bir düşünce üretme pratiği olduğunu göstermektedir.

Bir Ulusun Mekânsal Hafızasının Parametreleri
Cumhuriyet’in ilk yıllarında mimarlık, bir ulusal kimlik meselesi olarak görülmektedir. Osmanlı’nın çok katmanlı mirasından kopmadan, ama çağdaş dünyanın dilini yakalayarak yeni bir sentez yaratılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle mimari dil, ne tamamen geleneksel ne de bütünüyle Batılıdır; tam aksine, bir geçiş mekânıdır, bir sentez harmonisidir.
Ankara’da yer alan Gençlik Parkı, Ankara Palas, İstanbul’daki Florya Deniz Köşkü gibi yapılar; hem kamusal yaşamın simgesi, hem de halkla mekân arasındaki demokratik ilişkiyi kuran dönüm noktaları olmuştur. Bu yapılar, mimarinin yalnızca bir şekil arayışı değil, toplumsal bir mesele olduğunun göstergesidir. Çünkü Cumhuriyet mimarlığı, bireyi kamusal yaşama davet eden bir açık çağrıdır, bireyin kamusal alanda kendini var etmesinden temellenmektedir.

Mimarideki bu demokratik dil, kent planlamasına da yansımıştır. Hermann Jansen’in Ankara planı, sadece bir başkentin değil, bir düşünce şeklinin de planıdır. Geniş bulvarlar, kamusal meydanlar ve açık alanlar, bireyin kentle kurduğu ilişkiyi düzenlemekte, Cumhuriyet’in kamusal idealini yaşanabilir bir forma dönüştürmektedir. Cumhuriyet’in ilk döneminde modernleşme; yalnızca siyasal bir dönüşüm değil, aynı zamanda teknolojik bir ilerleme olarak da etkili olmuştur. Yapı malzemelerinde çelik ve betonun ağırlık kazanması, yeni inşa tekniklerinin devreye girmesi, mimarlığı daha rasyonel bir üretim sürecine taşımıştır.

Bugün geldiğimiz noktada ise, bu mirasın çağdaş karşılığı sürdürülebilirlik kavramı ile tanımlanmaktadır. Artık modern olmak, sadece yeni olmak anlamına gelmemekte; doğaya saygılı, enerji verimli ve zamana karşı dirençli yapılar üretmek anlamını taşımaktadır. Bu noktada Cumhuriyet’in “ilerleme” fikri, günümüz mimarisinde “sürdürülebilirlik” olarak yeniden hayat bulmaktadır. Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Binası, İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi’nin yeni yapısı veya İzmir’deki Halk Konutları gibi projeler; geçmişle bugünü aynı anda konuşabilen, çağdaş mühendislik çözümleriyle tarihsel hafızayı birleştiren örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişle bugünü aynı anda buluştururken, rasyonel bir mühendislik kararını da malzemesine, formuna veya yapısal çözümüne dahil eden Cumhuriyet yapıları, tarihte hep adından söz ettiren yapılar olmuştur.

Son Söz: Bir Mimarın Cumhuriyet Manifestosu
Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, aslında bir çok teknik disiplinin olduğu gibi mimarlığın da temel ilkesidir. Çünkü mimarlık, bilimin, sanat ve insanla kesişim kümesinde olduğu hem estetik hem de rasyonel sayılı disiplinden biridir. Cumhuriyet, bize düşünme özgürlüğü, üretme cesareti ve geleceği kurgulama gücü vermektedir.

Bu da bizler gibi mimarlar, mühendisler ve tasarımcılar için Cumhuriyet’in, sadece bir yönetim biçimi değil; bir tasarım biçimi olduğunun da altını önemle çizmektedir. Her yapıda, her detayda, her çizgide bu ruh, bu fikir yaşatılmaktadır. Bugünkü meselemiz, yalnızca yapılar inşa etmek değil, o yapıların içinde yaşanacak geleceği, yapıların etkisindeki çevreyi ve yapıları kullanan bireyleri de düşünmektir. Cumhuriyet’in ışığı, bu anlamda bizlere yön göstermektedir. O hâlde bizler de her projede, her kurguda, her tasarımda, her malzeme seçiminde bu ilkeyi bir kez daha hatırlamalıyız: