Yüzyıllar boyunca Anadolu’nun topraklarında yükselen her ev, her köprü, her at arabası, bir ağacın sessizce büyüyen gövdesinden doğdu. Taş, toprağın sesi olabilir; ama ahşap onun nefesidir. O nefes bazen kalın, koyu damarlarıyla meşe olur; bazen incecik bir sırık gibi fındık… Bazen reçine kokulu bir çam kütüğü, bazen de ceviz ağacının ağırbaşlı gölgesi…

Meşe: Yapının Omurgası
Yüksek dağların eteklerinde, yavaş büyür meşe. Acele etmez; gövdesi kalınlaşırken zamanın izlerini toprakla paylaşır. Anadolu’nun taş temelinden yükselen cami kirişleri, ahşap hanların ağır kapıları, binlerce yıl yorgun düşmemiş kemerleri onunla yapılmıştır.
Meşe ağacı, mimaride asaletin adıdır. Onu işlemek, bükmek kolay değildir. Ama sabırlı olanlar bilir: Bir kez yerleştirildi mi, o yapı devrilmez.

Gürgen: Sessiz Güç
Ormanda pek kimse fark etmez gürgeni. Meşe kadar heybetli değildir; ceviz kadar dikkat çekici de… Ama marangozun eline geçtiğinde, içindeki direnç hemen kendini belli eder. Merdiven basamaklarında, tokmak saplarında, oyuncak atların iskeletinde onun emeği vardır.
Tıpkı Anadolu köylüsünün sessiz gücü gibi; o da çalışkandır, dayanıklıdır. Ama kururken çatlayabilir, bazen kırılgan bir inatla karşılık verir. Yine de onu tanıyan bilir: Gürgen sağlamdır.
Kayın: Sıcacık Bir Evin Sırrı
Doğu Karadeniz’in nemli yamaçlarından, İç Ege’nin derin ormanlarına kadar uzanır kayın. Beyazımsı gövdesiyle, narin ama tok sesiyle evin içindeki her yere siner. Mobilyaların iskeleti ondandır; sandalyenin kavisli sırtı, çocuk yatağının tırabzanı da…
Fakat dışarı çıkmayı pek sevmez. Rutubeti, böceği sevmez kayın. Evin içini güzelleştirir; dışına çıktığında ise nazlıdır.

Çam: Her Eve Giren Dost
Çam, Anadolu’nun en tanıdık ağacıdır. Her köy evinde bir çam kapı vardır; her yazlıkta reçine kokan bir tavan, her marangozhanede çam talaşı… Sarıçam, kızılçam, karaçam – adları değişse de çamın ruhu aynıdır: ucuz, bulunabilir, çalışkan.
Hafiftir, taşınması kolaydır. Ama kolay da yıpranır. Reçinesi akar, yüzeyi çizilir. Olsun. O, halk ağacıdır. Herkesin bildiği, herkesin kullandığı…
Ceviz: Ağacın Zarafeti
Bazı ağaçlar vardır; göründüğü anda ağırlığını hissettirir. Ceviz ağacı böyledir. Kalın ama zarif gövdesi, koyu renkli damarlarıyla âdeta doğal bir sanat eseridir. Cami mihraplarında, konak mobilyalarında, savaş beylerinin sedirlerinde onun izleri vardır.
Ama ceviz pahalıdır, ağırdır. Onu herkes işleyemez. Her marangoz ona kıyamaz. Çünkü ceviz, zanaatkâra saygı ister.

Kestane: Suyun Dostu
Ormanın nemli sessizliğinde, kestane gövdeleri parlar. Anadolu’nun doğu yamaçlarında, Karadeniz’in derinliklerinde yetişir. Suya dayanıklıdır. O yüzden evlerin dış cephelerinde, köprü ayaklarında, sazlıklara dayanan iskelelerde o vardır.
Ama iç yapıya geldiğinde bazen nazlıdır; çatlar, kıvrılır. Yine de onun yokluğunda bir evin dışı eksik kalır.
Fındık: Örgü ve İncelik
Kaba işlerin arasında bir dokunuştur fındık ağacı. Kalın yapılar taşımaz ama onları süsler. Esnek dallarıyla örülür; çit olur, çatı iskeleti olur, hasır kapı olur. Bir zamanlar köy yollarını ayıran her çit, fındığın ince kollarıyla örülmüştür.
Ondan baston yapılır, sırık yapılır, ama asla duvar örülmez. Çünkü fındık, tamamlayandır; taşıyan değil, tutandır.

Akasya: Dikenli Bir Direnç
Ve elbette akasya… Sert, kararlı, dikenli. Toprak seçmez, büyür. Dikenleriyle kendini korur ama gövdesiyle evleri. Islak toprağa kazık olur, bağ evinin çitidir. Suya dirençlidir, uzun ömürlüdür. Ama işlemek isteyenin elini kanatabilir. Bu yüzden onu kullanan azdır; ama bilen, vazgeçemez.
Ahşap: Anadolu’nun Nefesi
Her ağaç, bir hikâyeyi taşır. Meşe yapının direncini; kayın evin sıcaklığını; ceviz zarafetini; fındık içtenliğini taşır. Anadolu’da bir evin çatısı, bir kapının menteşesi, bir sedirin ayağı, bir oyuncağın kulpu hep bu ağaçların gölgesinde şekillenir.
Taş yapar, ama ahşap yaşatır.
Ve biz, o yaşanmışlığın izlerini hâlâ duvarlarda değil; ağaçtan yapılmış bir tabureye otururken hissederiz.