BEDENİN HAFIZASI

FABRIKACO KİTAPLIĞI #4

Taşın nemi ayak parmaklarına işlerken, kadın bir yapının içine değil, zamansız bir sessizliğe adım atar. Hamamın ısısı yalnızca bedeni değil, belleğini de sarar. Yankılanan her damla sesi, kadının kendi bedeninde çatlaklarına dokunur.

Kütüphanede, tozlu raflar arasında gezinirken eline aldığı her kitapla, başka bir zamanın ruhunu hisseder. Her sayfa çevrilişinde bir mekân açılır; çizimlerin, notların, kenarlarına düşülmüş eski dillerin izinde, kadının zihni yavaş yavaş taşın diline, boşluğun hikâyesine bürünür.

Burada, yalnızca mimari değil; mimarlığın içine işlenmiş, çok daha eski bir hazineler vardır. Kadın, taşın soğuk yüzeyine yaslandığında Joe Bousquet’nin sözü dolaşır zihninde: “Yaralarım benden önce vardı.”

Bu yara, görünmeyenin mimarisidir. Temsil edilmemiş bedenlerin, dile gelmemiş hikâyelerin, mimarlık tarihinin boşlukta kalan çizgilerinin izidir. Kütüphanede bulamadığı o eksik cümle, şimdi bir su damlasında yankılanır.

Hamam, bir okuma biçimi olur. Kütüphanede dizilmiş kitaplar gibi, burada da taşlar dizilidir. Raflar yerine sıralanmış mermerler, ciltli kitaplar yerine gözenekli taşlar vardır. Her yüzey okunur, her çatlak bir dipnot gibi derinleşir.

Logos’un Ötesinde

Logos’un çizdiği düz çizgiler, Vitruvius’un ideal bedenini simgeler. Ama hamam, bu çizginin dışındaki sesleri toplar. Kadın, kitaplarda bulamadığı anlatıyı burada, buharda, taşta, terde arar. Ter, ıslaklık, çıplaklık; iğrenç sayılan tüm fazlalıklar burada sessiz bir anlatıya dönüşür.

Kadın, bu fazlalıkta yerini bulur. Pergelle çizilmiş çizgilerin dışında kalmış bedenini, taşın sıcaklığıyla yeniden hisseder. Kitaplarda yer verilmeyen o fazlalık, burada anlam bulur.

Mitin Gölgesinde

Demeter gelir aklına. Yeraltına alınan kızı Kore’yi ararken dünyayı kurutan tanrıça. Acının toprağa, özlemin mevsimlere dönüştüğü o hafıza…

Hamamda ısıya bırakılan bedenle, toprağın çatladığı o an arasında bir bağ kurulur. Buharın yükselişiyle, beden de yeryüzünden yükselir, geçmişin sisine karışır.

Penelope’nin her gece söküp yeniden ördüğü kumaş gibi, kadın da kendi bedenini taşla, buharla, hafızayla yeniden örer. Ellerinin arasında zaman çözülür.

Kütüphanedeki raflarda bulamadığı cevabı, burada, suskunluğun içinde sezgisel bir bilgi olarak duyar. Kadim olan, kitap sayfalarında değil, bu taşın sıcaklığında yaşar.

O artık sadece mimar değil; taş ile ten, mitos ile çizim, eksiklik ile anlam arasında yürüyen bir anlatıcıdır.

Zamanın Çatlakları

Rebecca Comay’in Proust üzerine yazdıklarını hatırlar: “İzler, sadece yaşanmış değil; yaşanamamış olanın da hatırasıdır.”

Hamam duvarındaki çatlakta kalan su, yaşanmamış bir cümle gibidir. Kadının parmak ucu bu çatlaktan geçerken iz bırakır. Bu iz, kütüphanede altı çizilen bir cümle gibi, sessizce hatırlanır.

Kadın gözlerini kapar. Görme duyusu geri çekilirken, işitme ve dokunma keskinleşir. Buhar bedenine sinerken, zaman da tenine işler.

Hamamdan çıkarken, kitapların arasında gezindiği o sabahı düşünür. Satır aralarında saklı kalan boşlukların, şimdi bedenine yazıldığını hisseder. Duvara parmak ucu ile bir iz bırakır.

Bu iz, belki yıkanacak, belki silinecek. Ama bellekte, taşta ve bedende var olmaya devam edecek…

Daha fazlası