SÖYLEŞİ | SOYUT BİR ÇEMBERİ İNCELEMEK

İtalya deyince aklınıza ilk ne geliyor?  Roma’nın bozulmadan yüzyıllardır korunmuş mimarisi, Milano’nun modayla birlikte tasarıma lokomotif olan duruşu, Floransa’nın tarih kokan sokakları, Venedik’in özgün yaşam şartları ve daha niceleri. Bu yüzdendir ki  tasarım deyince, ülke mimarisinin bozulmadan korunması deyince, her kentin yaşamının birbirinden farklı olsa da ana fikir olarak var olanı korumak; yapıya, geçmişe, mimariye, tasarıma saygı duymak olunca İtalya’yı konuşmamak haksızlık olur diye düşünüyorum.

2023 Haziran ayında Venedik Mimarlık Bienali’ni incelemek için İtalya’da bulunmuştum. Elbette mimarlık bienali olduğu için sektörden, dünyanın her yerinden birileriyle karşılaşabileceğim bir platform olduğunun farkındaydım. Ama bir ülkenin en çok ‘abarttığı’, reklamını yaptığı, yerel halkının katılım gösterdiği etkinliğin bir sanat, bir mimarlık bienali olmasına gerçekten şaşırdığımı saklayamayacağım. Yerel halk, ülkenin tüm şehirleri, uzmanlığının sanatla, mimarlıkla ilgisi olmayan üniversite öğrencileri, herkesin katılım gösterdiği bir platform oluşturulmuştu. Dünyadaki ünlü malzeme fuarları veya film festivalleri gibi sadece kesişim kümesinde ilgilisinin olduğu çok ses getiren bir yaklaşım gibi düşünmeyin lütfen. Oldukça teorik, dahası belki de mimarlık gibi proje, pafta, maket gibi yaklaşımların çok ötesinde olabildiğine çağdaş sanata yakın, soyut bir çemberin ülkedeki esnaf, ülkedeki eczacılık, hukuk öğrencileri, ülkedeki çiftçi tarafından incelendiğini hayal edin. Bunu dünyada yapabilecek sayılı ülke olduğu kanısındayım. Çemberin sınırlarını genişletmeyi hedefleyen, bilgi birikimini, sanata-tasarıma hatta mimariye olan yaklaşımı kentliliğin alfabesi içinde gören bu fikir olsa olsa İtalya’da olurdu diye çok net söyleyebilirim. 

Yapıyı Korumak 

Bütün pavillionları dikkatle inceledim. İtiraf etmeliyim ki ilk bizimkine koşmuştum ve objektif olarak söylemeliyim ki en iyilerdendi. ‘Geleceğin laboratuvarı’ gibi havalı bir tema ile yola çıkılmış bir bienalde “bizden ne var” diye incelediğimde Hayalet Hikayeleri ‘Mimarlığın Çuval Teorisi’ gibi bir başlıkla karşılaştım. Küratörleri Sevince Bayrak ve Oral Göktaş tarafından oluşturulan fikirde aslında İtalya’nın çok iyi bildiği bizim de hayran olduğumuz fikir esastı. Yapıyı korumak, yıkmadan mevcudun üzerine ekleyerek, dönüştürmek gerektiğini mükemmel bir anlatım diliyle ifade etmişlerdi. Florya’da İBB tesisinde yaptıkları yüzme havuzunu etkinlik salonu haline getirme fikrini coğrafyamızın çok uzağında bu fikre alışkın insanlara açıklayan yaklaşımları tasarımda bize açılan alan dışında diğer derdime çare bulan fikre ışık tutmuştu aslında. Saygı duymak, olanı korumak, mevcut halini iyileştirmek bu değil miydi bugün her sene Roma mimarisini milyonlarca turistle buluşturan fikir. Aslında yıkıp yeniden yapacak güçleri olmadığından mı oturma yasağı getirdiler İspanyol Merdivenlerine, yıkıp yeniden yapacak güçleri olmadığından mı eski fabrikalara yeni işlev getiriyorlardı. Yıkmak sadece yapıyı yıkmak değildi aslında bir kültürü, geçmiş birikimini, yaşanmışlığı da yok etmekti aslında. İtalya’yı bugün sanatın, modanın, mimarinin merkezinde tutan fikir buydu bence. Saygı duymak ve korumak. Mimarlık Bienali’ne yerel halkın katılımının bu kadar fazla olması da bunu bir uzmanlık alanı olarak değil de bir yaşam şekli olarak görmelerinin amacı da buydu temelinde. 

Pavillionlarda incelediğim düşüncelelerle bienal çıkışında iyi bir kahve içmek ve şahane bir mimari yapı deneyimlemek için ünlü tarihi meydandaki Caffé Florian’a geldim. Kitaplarda okuduğum, hatta İtalya’daki bienal fikrinin çıkış noktasının burada olduğunun savunulduğu, Charles Dickens’ın Thomas More’un müdavimi olduğu bir alanda olduğumu düşünerek içinde bulunduğum yapıyı heyecanla inceledim. Mekan güzeldi; sunumlar, lezzetler çok iyiydi; şahane bir müzik vardı. Hepsini tüm içtenliğimle savunabilirim ama başka bir şey vardı bu cafeyi dünyaca ünlü yapan. Bu fikri burada irdeleme heyecanıyla, yanımdaki masada kahvesini yudumlayan hanımefendiye gülümsedim. Akabinde bir çırpıda önce nereli olduğunu, ne iş yaptığını affına sığınarak sordum, sonra da neden bir çok yer varken buranın en iyi olabildiğini sordum. Torinolu bir ev hanımı olduğunu ve Bienal için kızıyla geziye geldiğini söyledi ancak açıkça söylemek gerekirse ben ikinci cevapla daha çok ilgilendim. Buranın felsefesi şu dedi; “En iyi İtalyan tatlarını koruyarak geleneği yeniden keşfediyorlar.”Korumak, biriktirmek, geleneğin üzerine keşifle yenisini eklemek, eskiye saygı duyarak yeniye alan açmak… Aslında mesele tam olarak böyle bir şeydi ve biz aradığımız sorunun yanıtını çoktan bulmuştuk. 

Fabrikaco, fikrine alan açabilecek, alışılagelmişin dışına özgürce çıkabilecek, eskiye saygı, yeniye heyecan duyan bir yerde olmalıydı.

Hoşbulduk İtalya.

Daha fazlası