SESİN TAŞIDIĞI MEKAN

FABRIKACO KİTAPLIĞI #6

Gün batımına yakın, eski taş binanın ağır kapısından içeri adım attı. Hava, kütüphanenin rafları arasındaki yıllanmış kitap kokusuyla doluydu. Loş ışıkta, zamanın üzerine biriken toz gibi yayılmış bir sessizlik… Ahşap zeminde yankılanan adımları, tıpkı bir yapının taş döşemesinde yankılanan ayak seslerini andırıyordu. Her adımı bir sayfa çevrilişini, her nefesi geçmişten fısıldayan bir sesi çağırıyordu.

Kadın mimarımız, raflar arasında gezinirken gözleri bir başlığa takıldı: “Akustik ve Mekân.” İnce, solmuş bir cilt… Kitabı eline aldığında, sanki duvarlardan yankılandığını sandığı bir uğultu duydu. Başını kaldırıp kütüphanenin yüksek kubbesine baktı; tavan, bir konser salonunun kubbesi gibi sesi topluyor, sonra usulca bırakıyordu. İşte o an fark etti: Bu yapı da bir enstrümandı.

Dip Not

Kitabın sayfalarını çevirirken mimarlık metinleriyle ilgili düşüncelerine rastladı. “Mimarlık bir metindir,” diyordu, “ve ses, bu metnin görünmeyen dipnotudur.” Gülümsedi. Bu sözler sanki bulunduğu anı tarif ediyordu. Sesin görünmeyen yazısı; taşın, ahşabın, kitap ciltlerinin üstüne sinmişti. Derin bir iç çekti.

Raflardan bir diğeri, ses ve mekân ilişkisine dair kaleme alınmış metinlerle doluydu. Parkın ortasına yerleştirilen bir piyanodan çıkan notaların anlatıldığı bir pasajda takılı kaldı. “Gürültünün estetikleştiği bir andı bu,” diyordu metin.

Kitabı kapatmadan önce son bir paragrafa göz attı: “Bedenin, mekânın, zamanın sesle dönüştüğü bir eşik anıydı.” Kitabı yerine koyarken gözleri uzaklara daldı. Kütüphanenin içindeki sessizlik bile artık ona bir tür gürültü gibi geliyordu; bir şeylerin yankısı…

Oysa duyduğu bu yankı yalnızca mekâna özgü değildi. Düşüncenin kendisi de, tıpkı mekân gibi, sesle kuruluyordu. Çoğu zaman bir düşünürün tek bir metnini baştan sona okur; elinde sanki bir fosforlu kalemle, sese ayrıcalık tanıyan satırları işaretlerdi.

Aikido Ustası

Yapı bozum, tam da bu noktada devreye girer: Gösterişli felsefi yapıların mutfağına girip, o yapının kendi malzemeleriyle kendisini çökertir. Tıpkı bir aikido ustasının rakibin gücünü ona karşı çevirmesi gibi. Bütün bu okumalar sonucunda ortaya çıkan ise, sesin hakikati yazıya kıyasla daha sahici taşıdığı iddiasının sürdürülemezliğidir. Yazı, sesin bir kopyası değil; onunla eşit mesafede bir ifadedir.

Yine de bu sezgi, modern kültürde tam anlamıyla silinmiş değildir. Tolstoy’un birkaç dakikalık ses kaydını dinlemek, ciltlerce romanından daha “gerçek” hissedilir. TRT arşivlerinden çıkan Oğuz Atay, Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi edebiyatçıların sesli görüntüleri, yazı miraslarının önüne geçer adeta. Çünkü ses, bedenin en dolaysız taşıyıcısı sayılır. Yazı ise bedensiz, maddesiz bir şuur olarak algılanır. Ama belki de bu, yazının görkemli sessizliğinde yankılanan hakikati kaçırmaktır.

Kütüphaneden çıkarken, aklında tek bir cümle dolanıyordu: “Mekân yalnızca neye benzediğiyle değil, nasıl duyulduğuyla da anlam kazanır.”

Daha fazlası