İlk bakışta rastgele bir araya gelmiş bir parçalar yığını… ardından, bir geometrik düzen barındırmayan biçimler… ve alışılagelmiş süreçleri barındırmayan formlardan oluştuğu düşünülüyor olsa da, bu saptamalar Frank Gehry’nin mimarlık dilini tasvir etmeye yeterli olmayabilir. Mimari unsurlardan öte bir ‘sanatçının’ dışavurumunun ifadesini sergileyen yapılar, şüphesiz Gehry’i eleştiri oklarının hedefi haline getirmeye teşne durumda. Bu noktada, Gehry mimarlığının tamamen biçime yönelmiş indirgeyiciliği temsil ettiğine ve mimarlık-sanat ilişkisine açılan bir tartışmaya odaklandığı gerçeği ortadadır.
Walt Disney Konser Salonu/Los Angeles, ABD
Parlak Tasarımlar
“Building Art”ın (Bina Sanatı) açıkça ortaya koyduğu gibi Gehry, sadece bağımsızlığını her şeyden üstün tutan bir mimar değildir. Dinginlikten uzak tarzıyla ön plana çıkan Gehry, estetik duygulara seslenme arzusundadır. Dünyanın dört bir yanından ilham verici çağdaş mimarinin temsilcisi olarak anılan Gehry’nin yapılarında yabancılaşma, yerinden edilme ve parçalanmışlık duygusu hâkimdir. Mimarlık tarihinde bu tutumun uzun bir geçmişi vardır. Şok etmenin gücünün tadını çıkaran modernistler ve dekonstrüktivistler, bütünlük, simetri ve uyum gibi normları reddeden binalar yaratarak avangard (yenilikçi-deneysel) bir rol üstlenmişlerdir.
Lou Ruvo Sağlık Merkezi/Las Vegas, ABD
Komşuları Çıldırtmak
Dekonstrüktivist mimar Peter Eisenman, “İnsanları bu güzel küçük yapılarda bu kadar rahat ettirirsek, her şeyin yolunda olduğunu düşünmelerine neden olabiliriz… oysa öyle değildir,” derken, kariyerinin erken dönemlerinde meslektaşı dekonstrüktivist Frank Gehry, Eisenman’ın bakış açısına sempati duyuyor gibi görünüyordu. 1978’de Santa Monica’da ailesi için tasarladığı ev, çevredeki mahalleye doğrudan bir meydan okumaydı.
Gehry’nin Evi
Mülkte bulunan evini yıkmak yerine Gehry, eski evin etrafına metal, kontrplak ve camdan oluşan engebeli bir kale olan yeni bir ev inşa etti. Gehry, 2021’de Dezeen’e gururla “Komşular gerçekten sinirlendi,” dedi. Eisenman muhtemelen onaylardı.
Dekonstrüktivist
Post-modernizmin eleştirisi üzerine kurulan “dekonstrüktivist” eğilimler, modernizmin özündeki soyut biçimleri parçalayarak ve abartılı bir biçimde kullanarak yeniden anlamsal bir zenginlik arayışında olma iddiasını taşır. 1980’lerde yapı sökümcülük olarak da adlandırılan dekonstrüktivizmin önde gelen temsilcisi olarak kabul edilen Gehry’nin mimarlığı, kendi beyanlarının çok ötesinde bir açıklıkla bu felsefeyi yansıtır.
Neuer Zollhof Yapı Kompleksi/Düsseldorf
Kimlik ve İfade Arayışı
Kendi ifadesine göre, mimarlıkla sanat arasındaki çizgi yok denecek kadar incedir. Ve yapının bir ressamın tuvalinden farkı, mimarın tuvalinin bazı yerlerine tuvalet eklemesinin kaçınılmaz olmasıdır. Bu perspektiften bakıldığında Gehry mimarlığı, bir tür kimlik ve ifade arayışı anlamına gelir.
Kübizm ve Dadaizm’den ilham alan Gehry, farklı dinamik formların bileşimlerinden oluşan yapılarında Picasso, Duchamp ve Morandi’nin yarattığı kolajlar ve natürmortlardan etkilenmiştir.
Koolhaas, Hadid, Tschumi’den Ayrılıyor
1970’lerde tasarladığı Wiggle sandalyesi ile dikkatleri üzerine çeken Gehry, kendi evini yenilerken yaptığı dokunuşlarla da aynı ilgiye nail oldu. Komşuları ve hatta bazen nazik misafirler tarafından bile nefret edilen ev, bir medya sansasyonu haline gelerek onun ilk ‘mutlaka görülmesi gereken’ eseri oldu. Oysa bir başka açıdan bakıldığında Gehry’nin yapıtlarında ortaya koyduğu sınır tanımaz serbestlik, birlikte anıldığı Rem Koolhaas, Zaha Hadid, Bernard Tschumi gibi daha belirgin bir çizgisel tutarlılık barındıran mimarlardan onu ayırır.
Post-modernizm’le Uzlaşı
Minnesota Üniversitesi Sanat Merkezi projesi, Gehry’nin yaklaşımı açısından önemli deneyimler sunar ve post-modernizmle uzlaşmasına örnek teşkil eder. Planda bütün açıklığıyla öylece duran basit dikdörtgen cephe, sınırsız bir hareket kazanmakta ve yapı, imaja yönelik bir giysiyle örtülmektedir. Gehry, bir ana kütle üzerinde oynamaktan çok parçaları kütleselleştirip neredeyse tesadüfi sayılabilecek bir aralıkta arayışta bulunur.
DZ Bank Binası/Berlin,Almanya
Malzeme Seçimi
Tasarımlarında kullandığı formlar ve malzeme seçimleri, Frank Gehry’nin mimarlık anlayışının yapıların çevreleriyle etkileşim içinde olması gerektiği fikrine dayandığını gösterir. Gehry’nin mimarlık anlayışının en belirgin özelliklerinden biri malzeme seçimleridir. Titanyum, cam, çelik ve beton gibi modern malzemeleri bir araya getirmeyi tercih eder. Örneğin, Bilbao’da bulunan Guggenheim Müzesi’nin titanyum kaplamalı dış cephesi son derece dikkat çekicidir.
Guggenheim Müzesi/Bilbao İspanya
İstanbul’da Gehry Projesi
Gehry’nin yapıtları arasında Guggenheim Bilbao Müzesi, Weisman Sanat Müzesi, Vitra Tasarım Müzesi, Walt Disney Konser Salonu, Lou Ruvo Beyin Sağlığı Merkezi, Prag’daki ünlü Dans Eden Ev, Pritzker Müzik Pavyonu gibi birçok dikkat çekici eser yer alır. İstanbul Tepebaşı’nda inşa edilmesi planlanan Suna Kıraç Kültür Merkezi, Frank Gehry’nin Türkiye’deki ilk ve tek projesi olacaktı. Hatta Gehry, müzenin İstanbul’a ek 1 milyon turist getirmediği takdirde para almayacağını ifade etti. Ancak proje, 2010 yılında bitirilmesi hedeflense de hayata geçirilemedi.
Dans Eden Ev/Prag, Çekya
https://popartistic.com/frank-gehry-hayati-eserleri-ve-mimari-anlayisi/?utm_source=chatgpt.com