İNCELEME | KENTSEL YOLCULUK: METRO

Londra’da, Paddington ile Farringdon arasında tarihin ilk metro hattı açıldığında, takvim sayfaları 1863 yılını gösteriyordu. Ulaşım sorununa çözüm aranırken bu yeni yolculuk biçiminin şehir hayatını nasıl dönüştüreceği henüz tam anlamıyla çözülememişti. Sonuçlar ulaşım biçimlerini veya konforunu değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda bir kentin kimliğini de bir noktadan başka bir noktaya taşıdı. 

19. yüzyılın son çeyreğinde önce Avrupa, ardından Amerika ve Asya’da hızla yayılan metro sistemleri, hızla modern kentsel yaşamın vazgeçilmez bir unsuru haline geldi. Ardından yeni hatlar birbirini izledi. Bugün dünya genelinde 148 şehirde, sayıları 160’ı bulan ve hızla artan metro sistemleri, modern metropollerin ritmini belirleyen birer yaşam damarına dönüştü. Bu döngü, Türkiye’de 1875 yılında Karaköy ile Beyoğlu arasındaki ünlü Tünel hattının açılmasıyla işlemeye başladı.

Yeraltında Yaşam 

Bir metro istasyonu, yapısal olarak tamamen yer altına inşa edildiğinde, yüzeydeki algıdan bağımsız bir biçimlenme özgürlüğüne sahip olur. İstasyonun inşa yöntemi, mekânsal algı üzerinde doğrudan etkili olabilecek bir unsurdur. NATM metodolojisiyle inşa edilen istasyonlarda eğrisel formlar hakimken, Cut-cover (Aç-kapa) metodolojisiyle uygulanan istasyonlarda düzgün köşeli geometriler ön plana çıkar.

Ancak, iç mekânın biçimi, yapısal gereksinimlerden bağımsız olarak farklılaşabilir. İstasyonların içinde, bir bölgenin karakterinin bir öğesine yanıt veren, yerel dokuyu yansıtan ya da dokuya seslenen yapılar oluşabilir. İstasyon yapısının yüzeyle olan tek bağlantı noktası olan girişlerin biçimlenmesi, bu aşamada büyük bir önem kazanır. Metro girişleri, adeta kente açılan kapı gibidir, kentin ilk veya son adım dokunuşu gibi.

*NATM, yani “New Austrian Tunnelling Method” (Yeni Avusturya Tünelcilik Metodu/konvansiyonel tünel açma yöntemi), tünel inşaatında kullanılan bir yöntemdir. 1950’lerde Avusturyalı tünel mühendisleri tarafından geliştirilen bu yöntem, doğal zeminin davranışını dikkate alarak tünel açma işlemini gerçekleştirir.

Sınırları Zorlamak

Bu gerçek, mimarın formlar, elemanlar ve boşlukları dengeli bir şekilde organize etmesini gerektiriyor. Tasarımcılar, bu elemanları belirli bir formüle oturtmak için farklı yöntemler geliştiriyor. Bu bağlamda metro istasyonlarının tasarımı, kentsel aidiyet ve estetik zenginliği bir arada barındıran bir forma dönüşüyor. Metro istasyonları, bir yandan günlük işlevselliği karşılarken, diğer yandan da şehirle kurduğu ilişki sayesinde, mimarlığın sınırlarını zorlayan yapılar haline geliyor. Sanat panoları olan metro istasyonları görürsünüz çoğu zaman, günlük koşturmaca içerisinde belki sanata vakit ayıramayan bir kentlinin, iş ve ev arasındaki yolcuğundaki nefes alanlarıdır bunlar, uzak olanı yakına getiriyor. 

Sosyolojik Doku

Metro istasyonlarının insanla kurduğu ilişki bağlamında sosyolojik bir boyutu da her zaman kendinden söz ettirir olmuştur. Metro girişlerine yapay bir dünyaya adım atmak; seslerin yankılandığı, ışıkların insan yapımı olduğu bir evrenin parçası olmak. Metro, bu anlamda, şehirde yaşayan bireylerin günlük hayatında adeta bir ‘ara dünya’ oluşturur. Bu ‘ara dünya’nın tasarımı, kentsel aidiyet ve deneyim farkındalığı açısından hayati öneme sahiptir.

Bir yolcunun, yer altındaki bu dünyada hissettiği aidiyet, onu yalnızca bir taşıma sistemi kullanıcısı olmaktan çıkarır, şehirle olan bağını derinleştirir. Yolcular ayakta dururken veya inerken, mekanın bir parçası haline gelirler. Ve her biri ayrı bir renk ve doku oluşturur. Öyle ki, cuma gecesi yolcuları ile pazartesi sabahı yolcuları ve metroyla kurdukları ilişki, tamamen farklıdır. Metro, bu anlamda, hem bir araya gelmeyi hem de ayrışmayı sembolize eder. Farklı bir çok insanın, farklı yerlere yolculuklarında kısa süreliğine de olsa aynı anda olabilmesidir.  

Kent Temsili

Kentsel aidiyet, kimlik ve özgünlük, metro tasarımında belirleyici unsurlardır. Bir metro istasyonunun tasarımında, bu unsurların öne çıkarılması, istasyonun basit bir aktarma noktası olmanın ötesine geçmesini sağlar. İyi tasarlanmış bir metro istasyonu, bir kentin imajını oluşturan, simgesel ve kalıcı izleri olan bir yapıya dönüşebilir. Sadece işlevsel değil, aynı zamanda estetik açıdan da tatmin edici bir ortam sunan istasyonlar, şehirde yaşayan bireyler için birer kentsel çekim merkezi haline gelebilir. 

Metro istasyonlarının yalnızca birer aktarma noktası değil, aynı zamanda şehirlerin kimliğini yansıtan birer vitrin olması, onları kentsel tasarımda özel bir konuma getirir. Metro, şehirlerin derinliklerinde gizlenmiş bir dünya sunarken, bu dünyanın kapıları olan istasyonlar, şehrin yüzeydeki yaşamıyla yer altındaki yaşamı arasında bir köprü kurar. Bu köprü, kentsel aidiyeti ve kimliği besler, şehirle kurulan bağı güçlendirir ve misafirlerini olduğu gibi kentleri de bir yolculuğa çıkarır.

Daha fazlası