Nasıl bir şeydi acaba bir akıma, bir üsluba kılavuz olmak ya da daha farklı anlatımla mevcutta başka bir fikir, üslup benimsenirken çizginin dışına çıkmak? Hep böyle çıtayı farklı bir yere taşıyan olayları, fikirleri merak ederim. İlkokulda anlatılan en temel dille o çağı kapatıp diğer çağı başlatan neydi aslında? Bazen çizginin dışına çıkmak zorken, bazen de çemberin içinde kalmak zordur esasında. Akım dediğimiz şey de büyük bir kitle tarafından benimsenen fikir, kabul edilen ekol değil mi sonuçta?
Kırk Yıl Hatırı Olan Tasarım
Bir fincan vardır mesela, mavili-kırmızılı çini desen; markadan veya ebattan bağımsız nerede olursanız olun, o fincanın en iyi bildiğiniz Türk kahvesi fincanı olduğuna eminim. Hayatınız boyunca en az bir kez o fincan tasarımıyla bir yerlerde karşılaşmışsınızdır. Onlarca yıl, binlerce tasarım içerisinden birkaç tasarım için bu kadar net olabiliyorum aslında. Acaba tasarımcısı böyle bir tasarım yaptığında birçok şehirde, onlarca yıl kullanılabileceğini düşünmüş müydü? Tasarımcısını, fikrini, belki ilk tasarlandığı markayı biliyorsanız yazın bana lütfen. Çünkü o kadar hızlı tüketilirken her şey, böyle zamansızca ‘ben de buradayım’ diyebilmek zordur bence. Koskoca bir ulusa veya onlarca yıla emsal olabilecek bir çerçeve çizmek, bu çerçevenin içinde kalabilmek de çizginin dışına çıkmak kadar zordur kuşkusuz.
Ait Olmak
Mimari akımları en çok aidiyet anlamında seviyorum aslında. Düşünsenize aidiyeti açısından da müthiş bir künye oluşturmak değil mi bu? İnsanoğlu doğası gereği aidiyet duygusundan güç alan bir yapıda olmuştur hep. Mesela üniversiteler, eğitim-öğretimin yanı sıra aidiyet katar insana. Okulun temel aldığı fikir, bir ekol olup kitlesini peşine katar ve bir nevi özgeçmişlerimizin künyesinde yerini alır. Daha önce bir yerde duyduğunuza eminim bu ekol tasvilerini; ‘İTÜ Mezunları, ODTÜ 1990 Mezunları, YTÜ Makine Mühendisliği Mezunları, Boğaziçililer’ vb… bu böyle sürer gider aslında. Özet kısmı ortak bir çatıda buluşarak, aynı fikri, aynı vizyonu bölüşmektir esasen. Kimi daha teknik yanıyla, kimi de daha sanatsal bakış açısıyla ortak bir paydada toplar etrafındakileri. Teşbihte hata olmaz ise, mimari akımın çerçevesindeki aidiyet fikrini buna çok benzettiğimi söyleyebilirim. Nitekim mimari akım demek bir nevi mimari akımlarla yapıları tasniflemek demek ve detaylarından ait oldukları dönemleri, alt metnindeki fikri aktarabilmek demek ve yapıları aidiyeti içerisinde tasarlamak demek aslında.
Mimari akımlar, bir dönem, bölge veya kültür tarafından benimsenmiş olan, çağın mimari fikrini yansıtan üsluplara verilen genel isim diye tanımlanır. Bu akımlar, modernizim, art deco, bauhaus, gotik, rokoko, barok, neoklasik vb. gibi çeşitli kırılımlara ayrılarak detaylarında yapıların aidiyetleriyle ilgili bilgi veren birçok alt başlıktan oluşmaktadır.
İlkini konuştuğumuz bu yazı dizisinde mimari akımları birçok yönüyle değerlendireceğiz aslında. En sevdiklerimizi, en çok benimsenenleri, tasarım detayıyla en öne çıkanları, geometrilerini, bağlamlarını ve birçok detayı. Bu haftaki bültende genel hatlarıyla giriş yaptığımız mimari akımların bazılarını ve örneklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Romanesk Mimari
‘Roma soyundan gelen’ olarak tanımlanan bu akım, 10. yüzyıl sonlarında başlayan ve gotik mimari niteliğini barındıran bir Avrupa mimarisidir. Temel yapı fikri; masif duvarları, cephede az açıklığı ve minimal detayda yapı kütlesini işaret etmektedir. Pisa Kulesi, Londra Kamesi ve Pisa Katedrali akıma ait en temel yapılardandır.
Gotik Mimari
12. yüzyılda Fransa’da başlayan akım daha sonra Avrupa’da bir çok yerde kendini göstermiş ve çizdiği çerçeveyi 16. yüzyıl sonlarına kadar devam ettirmiştir. Özellikle kilise ve katedral tasarımlarında öne çıkan bu akım ihtişamlı ve gökyüzüne uzanan yapılarıyla krallığın ve dinin gücünü sembolize etmiştir. Temel yapı detaylarında; kaburga biçimli tonozlar, sivri şekilli kemerler, gül pencereler ve uçan payandalar dikkat çekerken yapı kütlesinin uzunlamasına büyük olması da fikrin belirgin niteliklerindendir. Milano Katedrali, Köln Katedrali, Notre Dame de Paris katedrali gotik mimari akımının en bilinen örneklerindendir.
Rönesans Mimarisi
İtalya temelli bir mimari akım olan Rönesans; ‘yeniden doğuş’ anlamına gelmektedir ve fikrin merkezinde insan yer almaktadır. Yapı detaylarının en çok bilinen özelliği yarım daire kemerlerin kullanılmış olmasıdır. Aziz Petrus Bazilikası, San’t Andrea Bazilikası ilgili akıma ait bilinen örneklerin başında gelmektedir.
Barok Mimari
17. yüzyılda Roma’da ortaya çıkan bu akımla, kraliyetin gücünü ifade eden saray yapıları inşa edilmiştir. Saray yapı çözümlerinde, süsleme detaylarıyla zenginleştirilmiş iç ve dış mekanlar tasarlanmış, heykeller, büyük bahçeler ve ihtişamlı peyzaj uygulamaları yapılmıştır. Versay Sarayı, Madrid Kraliyet Sarayı ve Beylerbeyi Sarayı bu akıma ait örneklerdir.
Rokoko Mimari
18. yüzyıl başlarında Fransa’da ortaya çıkan bu akımın görkemli ve süslü dili en öne çıkan detaylarındandır. Aristokrat kesimin zevkini yansıtan bu üslup zarifliğiyle bilinmektedir. Dolmabahçe Sarayı ve Yıldız Sarayı ülkemizin Rokoko tarzıyla bilinen kıymetli yapılarındandır.
Neoklasik Mimari
18. yüzyılda Barok ve Rokoko tarzında yer alan süslemelerine ait çizginin dışına çıkan bir mimari akımdır. Yunan ve Roma dönemlerindeki ihtişamlı yapıların sadeliğini esas fikir olarak kabul etmişlerdir. Süslü bezemelerin yerine sade ve yenilikçi duruşuyla çemberi genişleten akımlardan olmuştur. İzmir Saat Kulesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi neoklasik mimari akımıyla tasarlanan yapılardandır.
Modern Mimari
Temelini Endüstri Devrimi’nin yol açtığı gelişmelerden alan modern mimari akımı, 20. yüzyılda yaygınlaşarak, çağın teknolojisine ve mimari anlayışına uyum sağlayacak şekilde ortaya çıkan inovatif bir akımdır. Yapı detaylarındaki künyede, minimal geometrilere, geniş çatı çıkmalarına, bant pencerelere, geniş cam duvarlara sıkça rastlanmaktadır. Villa Savoy eve Sainte Marie de La Tourette bu akımın izlerini taşımaktadır.
Bauhaus
Modernleşmenin tasarımı olarak da bilinen bu akım, tasarım ve sanat için temel niteliğinde olan Almanya merkezli bir okula ait ekoldür. Yalın, sade ve dik açılı yapıların ana fikrinde yer alan bu akımla ilgili en genel mottoda formun fonsiyonu izlemesi düşüncesi yatmaktadır.
Avangard Mimari
Mimarlıkta ve kentlerin yeniden düzenlenmesinde esas alınan bu akım alışılagelmiş mimarlık anlayışına ait çerçevenin dışında yer alan akımlardan olmuştur. Adını askeri terimden alan ve ‘öncü birlik’ anlamına gelen bu akım, eminim detaylarını konuştuğumuzda sizi çok şaşırtacak akımların başında gelecektir. Çünkü ‘yeniliğin öncüsü’ olarak doğan bu akım, bugün bildiğiniz tasarım çizgisinden çok farklı bir bağlamdan doğmuştur.
Art-Nouveau Mimari
Endüstri Devrimi neticelerine tepki olarak Avrupa’da başlayan bu akım, seri üretimin değil el emeğinin kıymetli olduğunun altını çizmektedir. Genel detaylarında, yassı, kıvrımlı, asimetrik ve kavisli çizgiler ve belirli ritmdeki şekiller yer almaktadır. Tassel Oteli ve Mısır Apartmanı akımın bilinen örneklerindendir.
Art-Deco Mimari
1920’lerden sonra Fransa’da başlayan bu akım, pahalı malzeme seçimleriyle, yalın ve keskin yapı kütlesiyle, aerodinamik biçimleriyle ve açık tonlu renk seçimleriyle adından söz ettirektedir. Empire State Binası, Ankara Garı bu akıma mensup yapıların başında gelmektedir.
Birkaç cümleye sığmayacak olan bu her biri birbirinden farklı ve her biri birbirinden değerli mimari mirası, naçizane özetlemeye çalıştım. Daha önce söylediğim gibi, akımlarla ilgili söyleyecek sözlerimiz, inceleyecek başlıklarımız bitmedi henüz. Ama önce siz söyler misiniz lütfen hangi akım sizi daha çok etkilemiştir hep. Hangi yapının önünde durup etkisinden çıkamadınız veya hangi yapıyı detay detay incelemeye doyamadınız en son mesela?
Milano Katedrali mi, Dolmabahçe Sarayı mı? Hangisi?
Ben de anlatacağım, ama önce siz lütfen.