Makedonya İmparatoru İskender, Orta ve Yakın Doğu’da 70’ten fazla şehir kurdu. Ancak hiçbiri Mısır’daki İskenderiye ile kıyas kabul edemezdi.
Makedonyalı İskender, neredeyse her yıl babasının seferlerini ve zafer üstüne zafer kazanmasını izledi. Philip, 16 yaşındaki oğlunu, Makedonya’dan uzakta seferdeyken, yerine geçmesine karar verdi. Elbette babasın yerini alacak olan İskender, onun otoritesine ve üstünlüğüne meydan okuma ihtiyacı duydu.
Ve M.Ö. 336 yılında tahta geçer geçmez bu meydan okumanın işaretlerini vermeye başladı. Girdiği savaşlar yenilgileri ve zaferleri ona büyük topraklar vadederken, aynı zamanda onu efsanevi bir figür haline getirirdi. Saltanatı sırasında döneminin ve geleceğin dünyasında büyük yankı ve etkiler yaratan İskender’in Mısır’ın firavunu “Ra’nın Oğlu” ve “Amun’un Sevgilisi” gibi tarihi unvanlar aldı. Büyük Pers İmparatorluğu’nu yıkan İskender, tüm bu çabalara elbette sadece babasından daha büyük bir hükümdar olmak için girişmedi.
İskender’in İskenderiye’si
İskender, Orta ve Yakın Doğu’da 70’ten fazla şehir kurdu, ancak hiçbiri Mısır’daki İskenderiye ile kıyas kabul edemezdi. İskender, Mısır’a girdiğinde Mısırlılardan Perslerin kralına ödedikleri vergileri kendisine ödemelerini istedi. Gerekçesini ise şöyle ifade ediyordu: “Bana, ana hazineme koymak için değil, sizin şehriniz, tüm dünyanın başkenti İskenderiye’nin inşasında harcamam için cizye verin.”
İskenderiye, M.Ö. 322 yılında Mısır’ı fetheden Makedonyalı İskender tarafından kuruldu. Nil deltasına oturulan şehri Antik çağın en önemli mimarlarından biri olan Rodoslu Deinokrates İskender’in talepleri doğrultusunda tasarladı. Döneminin en iyi mimarisine sahip şehirlerinden bir olarak kabul edilen İskenderiye, satranç tahtasını andıran geniş ve düzenli caddeleri ve evlere kadar ulaşan sulama kanalı dikkat çekiyordu.
Mısır’daki Helenistik Dönem krallığı olan Ptolemaioslar döneminde İskenderiye altın çağını yaşamıştır. Antik Çağ’ın 7 harikasından biri olan İskenderiye Feneri, İskenderiye tarihinin en önemli eseridir. 700 binden fazla esere ev sahipliği yapan kütüphanesiyle İskenderiye, Antik Çağ’ın bilim ve sanat merkezi konumundadır.
Kent… İnşa…
İskenderiye’nin etkin ve zengin bir altyapıyla kurulmuş olması elbette bir tesadüf değildir. İktidar ve kent ilişkisi, kentsel sorunsalın merkezinde yer alır. Tıpkı İskender’in İskenderiye’sinde olduğu gibi, iktidarlar kentleri biçimlendirir. Yani gücü olan inşa eder ve bu inşa mekanlarla sınırlı kalmaz. Mekân üzerinde kurulan hakimiyet, aynı zamanda o alanın yaşamsal döngüsü üzerinden kurulan bir hakimiyete dönüşür.
Yani kentler, üst üste bindirilmiş binaların kümelendiği ve organize olduğu alanlardan ibaret değildir. Üretimin, tüketimin ve bölüşümün ve buna paralel, eşitliğin ve eşitsizliğin, rekabetin ve ortaklığın iç içe geçtiği yeniden-üretim mekânlarıdır. Ve elbette toptan bir toplumsal süreç ve iktidar ilişkisi temsiline dönüşür süreç.
Güç… Sembol…
Temel kent sisteminin farklı unsurları, birbirleriyle sıkı bir şekilde ilişkili ve bağımlıdırlar. Öte yandan, birbirleriyle ilişkili olarak ele alınan bu unsurların her biri, sürekli etkileşim içinde ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır.
Tüm coğrafyalarda ve muhtelif siyasi rejimlerde, tarih boyunca gördüğümüz güç simgesi yapılar, bir yandan iktidarı temsil ederken, diğer yandan iktidarın itaat ettirme arzusunu dillendirir.
Sınıfsal Araç: Kent
Durkheim’ın işlevselci işbölümü kuramı bu derin ilişkiyi açığa çıkarırken Loïc Wacquant’nın Kent Paryaları’nda, kentte meşrulaştırılma biçimlerinin ne türden ilişki ağlarıyla yapılandırıldığını ortaya koymaktadır. Kentlerin salt fiziksel ya da mimari bir yapı olmaktan öte, toplumsal bir üretim olduğu tezi; Max Weber, Henri Lefebvre, Michel Foucault, David Harvey, Georg Simmel, Karl Marx, Friedrich Engels ve Manuel Castells gibi isimlerin kuramsal çıkarımları eşliğinde ayrıntılanır.
Gramsci’den miras Hegemonya perspektifinde egemen ve karşıtı olarak direnen aktörlerin kentsel mekâna müdahalelerinin; Foucault’nun panoptikon kavramı ile kentsel kamusal mekândaki işleyişinin; kent yaşamına hangi anlamları kattığı, nasıl bir sınıfsal araç ya da iktidar bileşeni haline geldiği ortaya koyar.
SON NOT: Kent, 19. yüzyıl sosyologları ve teorisyenler tarafından oldukça kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Kent feodal toplumdan sanayi toplumuna (Saint-Simon), basit toplumdan karmaşık topluma (Spencer), mekanik toplumdan organik topluma (Durkheim), geçiş mekânları şeklinde tanımlanmıştır. Üretim ve paylaşım ilişkileri, Marx, Engels, Weber ve Simmel’in çalışmalarında doğrudan bir analiz nesnesi olarak, toplumsal değişimin ayrılmaz bir parçası olarak görülmüştür. Park, Burgess, McKenzie ve Wirth’in temsil ettiği Chicago Ekolü Amerikan kentleri dikkate alınarak geliştirilen bu kuramlarla ayrışma, bütünleşme, gettolaşma vb. kavramları tanımlanmıştır. Lefebvre, mekânın üretim sürecini ve biçiminin ve bunun yarattığı çelişkileri ele alırken, Castells ise kenti emeğin yeniden üretim merkezi olarak görür.