Tarihle bağ kurmanın simgesel alanıdır bir bakıma mimari. Fransa’da Haussmann’ın Paris’i, Hitler’le mimarı Speer’in Berlin’i ezici ölçekte anıtlarla baştan inşa etme tasarısı ya da Varşova’nın yeniden hayata döndürülme çabası, tarihten önemli birkaç örneğe işaret eder. Seyri farklı olsa da Osmanlı’nın başkenti İstanbul ve Cumhuriyet Ankara’sı da mimarinin yalnızca estetik seçimlerin bir yansıması olmadığını, bir toplumun tarihsel deneyimlerinin yaşayan bir anlatısı olduğunu gösteriyor.
Bu nedenle Türkiye’deki mimarlık tarihi yazımında zamanın ve coğrafya sosyolojisinin belirleyici rolünü göz ardı etmek imkansız. Geleneksel unsurları koruma ve modern etkilere açılma arasındaki mücadele, mimari söylemde çatışma alanları yaratıyor. Tam da bu nedenledir ki Türkiye mimarisinin tarihsel yolculuğu, rejim, köken ve coğrafya gibi çeşitli dinamikler tarafından şekillenen kültürel unsurların sürekli bir transferini simgeliyor.
Geçmiş-Gelecek Gerilimi
Geleneksel şehirler, bir yandan geçmişin simgesi olmanın ağırlığını taşırken, bir yandan da değişimin ve yeniliğin taşıyıcısı olma zorunluluğunun gerilimini yansıtır. Yeni simgeler yaratma isteği Genç Cumhuriyet için önemli olsa da, Osmanlı mimarlık mirası tamamen yok edilmez. Bu nedenle Cumhuriyet, “yeni bir başlangıç yapma” düşüncesindedir. Osmanlı mirasıyla yüklü İstanbul’a herhangi bir müdahalede bulunmaz, Cumhuriyet’in yeni karakteristiğini Ankara’da simgeleştirir. Böylece ilk etapta İstanbul’u temel bir gerilimden azat etmiş gibi görünür. Oysa uzaklarda bırakılan İstanbul, tarihselliği ve simgeselliğiyle etkileyici olsa da, güncelliği sorunlu bir şehir olarak varlığını sürdürür.
Yeni İdeolojinin Temsili: Ankara
Modern başkent Ankara, yabancı mimarların tasarladığı yönetim yapılarıyla yeni ideolojinin simgelerinden biri olur. Kısıtlı kaynaklar, Ankara’nın imarına, demiryolu inşasına ve Anadolu kentlerine Cumhuriyet kimliğini kazandıracak yapılar inşa etmeye yönelir. Bu dönemde, meslek dergileri ve günlük yayınlar, mimarlıkta modernleşmenin ve değişimin gerekliliğini vurgulayarak çağdaş Türkiye’nin temellerini atmaya yardımcı olur. Cumhuriyet’in mekânları Anadolu’da inşa edilirken, imparatorluğun başkenti bir nevi ihmal edildi. 1920’lerden 1950’lere kadar çıkan İstanbul’la ilgili çok sayıdaki yazıda en çok ‘yangın yeri’, ‘harabe’, ‘yüzüstü bırakılan şehir’ deyimleri öne çıktı.
Yeniden Fetih Zamanı
Geleneği yeniden yüceltme iddiasıyla iktidara gelen muhafazakâr Demokrat Parti ise 1950’lerde imparatorluk mirasıyla yüklü İstanbul’u yeniden merkeze alır. Muhafazakâr Demokrat Parti iktidarının ilk zamanlarından başlayarak İstanbul hep gündemde kalır. Böylece, gelenekçi iktidarın olağanüstü ilgisi sayesinde, Menderes’in dile getirdiği gibi, artık onu “yeniden fethetme” zamanıdır. Ancak İstanbul’un tarihi merkezi muhafaza edilmez, neredeyse baştan inşa edilir; imar hareketi bir istimlak ve yol açma faaliyetine dönüşür.
Yine ‘Modernite’
Kısa sürede, gelenekçilerin imar anlayışının Haussmann’ın modern şehirciliğine özentiden ibaret olduğu ortaya çıkar. Hatta, Menderes’in danışmanı Högg, İstanbul’u “yepyeni, modern, muazzam bir şehir olmak üzere” diye tanımlar. Demokratlar, tarihi şehri “fethederken”, mirası ihya etme savlarını öne sürer. Ancak Osmanlı abidelerini içine yerleştirdiği ‘yeni’ İstanbul, artık “Osmanlı’nın İstanbul’u” olmaktan çıkarak, şehrin karakteristik yapıları adeta yeni çerçevelenmiş tablolardan ibaret bir hal alır.
Savaş Alanı
Mimari kimlik, kültürel kimlik ya da ulus temelinde kurgulanınca, mimarlığın tarihsel anlatısının çatışan kültürlerin savaş alanına dönüşmesi kaçınılmaz hale geliyor. Böylece bu eklektik yaklaşımın, mimari kimlik yaratmadaki yetersizliği ortaya çıkıyor. Türkiye’deki modern mimarlığın tarihi, Doğu ile Batı arasındaki üretken olmayan açık gerilimi ortaya koyuyor. Bir anlamda tarih yazımı, mimarlığın kendisini konu dışı bırakmayı yeğliyor. Bu yaklaşımla mimarlıktan geriye, kültürel kimlik temelinde kurulmuş bir tarihsel dizilim kalıyor.
Cumhuriyet ve öncesi dönemlerde Türkiye’de mimarlık söylemi, kurulduğu “milli” ve “kökenci” yaklaşımların gölgesinde seyrediyor. Osmanlı anıtsal mimarlığına karşın, Cumhuriyet mimarlığı yerel mimarlık geleneklerinden güç almaya çalışarak Batılılaşma ve ulus kurgusuna atıf yapıyor. Böylece konunun merkezi, mimarlık ve tarihin sorunlu ilişkisi üzerinden kurulmuş bulunuyor.
https://www.e-skop.com/images/UserFiles/Documents/Editor/cumhuriyet_mimarl%C4%B1g%CC%86%C4%B1.pdf
https://www.arkitera.com/haber/gecmisin-modern-mimarisi-ankara-1