İNCELEME | GEÇİCİ ALANLARDA AİDİYET HİSSİ

İnsan, var olduğu ilk günden beri barınma ihtiyacını sadece fiziksel bir gereklilik olarak değil, duygusal bir güvenlik alanı olarak da tanımladı. Evlerimiz, genellikle uzun süre yaşamak üzere kurduğumuz, kişiselleştirdiğimiz ve hatıralarımızı biriktirdiğimiz mekanlar. Ancak hayat, her zaman kalıcı mekanlarda geçmiyor. Kısa süreli kiralanan daireler, oteller, hosteller, pansiyonlar, misafirhaneler, öğrenci yurtları, kamp alanları, tren kompartımanları, hatta geçici çalışma ofisleri… Tüm bu alanlar, kalış süremiz sınırlı olsa da bizlere geçici bir “ev” hissi sunabiliyor.

Geçici Mekanların Psikolojisi

Psikoloji literatüründe “non-place” (yer olmayan) olarak tanımlanan geçici mekânlar, çoğu zaman sadece işlevsel olarak kullanılır. Bir otel odası, yolculuk sırasında beklediğimiz havaalanı salonu ya da kısa süreli kiralanmış bir daire, genellikle uzun süreli bağ kurmamız beklenmeyen yerlerdir. Ancak insan zihni, güvenlik, rahatlık ve tanıdıklık arayışında o kadar güçlüdür ki; küçük alışkanlıklar, bu mekânları hızla kişisel bir alan haline getirebilir.

Örneğin, sadece iki gün kaldığımız bir pansiyonun penceresinden sabah manzarasına bakmak, her akşam aynı koltuğa oturmak ya da çantamızı hep aynı köşeye bırakmak… Bu minik rutinler, mekânın yabancılığını azaltır, aidiyet hissini güçlendirir.

Paylaşılan Nesneler ve Duygular

Geçici alanlarda aidiyet hissini besleyen unsurlardan biri de “ortak kullanım” olgusudur. Bizden önce binlerce kişinin kullandığı mutfak masası, yıllardır yüzlerce bavulu görmüş bir otel bagaj rafı, onlarca farklı konuşmaya tanıklık etmiş bir ortak salon koltuğu. Bu nesneler, geçmişte tanımadığımız insanların hikayelerine sessiz tanık olmuşlardır. Biz de onları kullanarak o görünmez zincire ekleniriz.

Bir hostel mutfağında hazırlanan kahvaltı, tren yolculuğunda kitap okuduğumuz koltuk, kamp alanındaki ortak ateş çukuru. Hepsi, o anı paylaştığımız insanlarla ya da hiç tanışmadığımız geçmiş yolcularla bizi bağlayan görünmez ipliklerdir.

Geçici Rutinlerin Gücü

Geçici alanlarda oluşturduğumuz rutinler, aidiyet hissinin temelini atar. Sabah kahvemizi aynı barda içmek, odaya girince pencereden bakmak, uyumadan önce yatağın yanındaki lambayı açmak gibi basit eylemler bile, mekânı bizim için güvenli ve tanıdık hale getirir. Bu durum, konaklama süremiz bittiğinde ayrılığın neden beklenenden daha duygusal olabileceğini açıklar.

Hatta bazen, geçici bir alanda kurduğumuz bu alışkanlıkları kalıcı evimize taşıyarak, o kısa anın hatırasını yaşatırız. Bu, zihnimizin aidiyet ihtiyacının ne kadar derin olduğunu gösterir.

Vedaların Kısır Döngüsü

Geçici bir mekandan ayrılmak, çoğu zaman sadece fiziksel bir ayrılık değildir. Orada edindiğimiz rutinleri, temas ettiğimiz eşyaları ve mekâna yüklediğimiz anlamı da geride bırakırız. Bu yüzden otel odasından çıkarken, bir pansiyonun bahçesine son kez bakarken veya kiralık bir evin mutfağındaki bardağı rafa kaldırırken hafif bir hüzün hissederiz.

Bir sonraki seyahatimizde, farklı bir şehirde, farklı bir mekânda yine benzer bağlar kuracağımızı bilmek ise hem teselli edici hem de hayatın geçiciliğini hatırlatan bir gerçektir.

Geçiciliğin İçinde Kalıcılık

Geçici alanlarda aidiyet hissi, insanoğlunun uyum sağlama yeteneğinin güçlü bir göstergesidir. Yabancı bir mekânı, küçük rutinlerle ve duygusal bağlarla kısa sürede “bizim” haline getirebilmek, hem bireysel hem de kolektif hafızamızın işleyişine dair çok şey söyler. Belki de bu yüzden, ayrıldığımız her geçici yer bizde küçük bir iz bırakır  kimi zaman bir kahve kokusu, kimi zaman bir masa köşesi, kimi zaman da bir pencere manzarası olarak. Ve bu izler, biz fark etmesek bile, hayat yolculuğumuzun anı defterine işlenir.

 



 

Daha fazlası